
TÜRK TURAN TARİHİ DÜŞÜNCESİ
ÖNSÖZ
Türk tarihinin Kavimler göçünden önceki (M.S.IV.yüzyıl ortalarına kadar) en eski çağları henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Türk kavimleri devlet kuran, mükemmel teşkilâtı olan, yapıcı ve yaratıcı bir unsur olarak dünya tarihinde çok erkenden kendilerini göstermişlerdir.
Türk ilinde geçmişlerde meydana gelen olaylar Türk milletinin her bakımdan büyük bir millet olduğunu göstermek için esaslı bir delil teşkil etmektedir. Türk kavimleri tarih sahnesine çıkalı hem devlet teşkilâtı hem disiplinli hayat ve askerî teşkilât bakımından en yüksek mertebeye ulaştıklarını daima göstermişlerdir.
Tarihî şartların icabı olarak Türk kavimlerinin bir kısmı göçebe olmakla beraber, ziraatla meşgul olarak yerleşik hayata geçip ticaret ve sanatla uğraşarak şehirlerde yaşayan Türk zümrelerine de çok dönemlerde tesadüf edilmektedir. Bu bakımdan Türkler'in eski çağlarını yalnız''göçebe bir zümre'' sanmak doğru değildir.
Eski Türkeli'nin büyük bir sahası bozkır olması itibariyle bura ahalisinin mühim bir kısmı tabiî şartlara uygun olarak göçebe hayatı geçirmek mecburiyetinde kalmıştır. Türkler'in kurdukları gerek ''göçebe'' ve gerek “yerleşik” devletlerin, kuvvetli şahsiyetler ve mükemmel teşkilatlar sayesinde büyük faaliyetler gösterdiği, yerine ve sırasına göre hayatın her sahasında gayet verimli işler icra ettiğini görüyoruz.
Bu sebeple Türkler, büyük askeri devletler vücuda getirildiği gibi, ticaret, iktisat ve kültür merkezleri yaratan gayet mühim Türk devletlerini veya zümrelerini tarihler kaydetmektedir.
TÜRK TURAN TARİHİ DÜŞÜNCESİ
Tarih boyunca birçok Türk devleti kurulmuş, bunların bazıları süper güç (cihan devleti) olarak dünyaya hükmetmiştir. Fakat hemen belirtelim ki, ayrı ayrı isimler taşıyan bu devletler, aslında bir tek devletin, Türk Devleti'nin devamı idiler. Değişik adlarla anılmaları, kurucularının, hanedanlarının, beylerinin adlarını devlet adıyla bir tutmalarından ileri geliyordu. Bazen aynı dönemde birkaç Türk devletinin bulunduğunu, hatta bunların birbirleriyle üstünlük kurma savaşı yaptıklarını da görüyoruz. Bu durum başka milletlerin tarihlerinde de görülür. Şu farkla ki, bu milletler zaman zaman varlıklarını devlet olarak koruyamadıkları halde, tarih boyunca en az bir bağımsız Türk devleti daima bulunmuştur.
"Türk devletleri" deyimi için bu kısa açıklamadan sonra şu hususu da belirtmek isteriz:Türk devletlerinin sayısı Cumhurbaşkanlığı forsunda simgelenen Türk devletleri, belki Türk tarihinin en parlak yıldızları idi, ama tarihimizin parlak yıldızları bunlardan ibaret değildir. Bu yıldızların ilki olarak gösterilen Asya Hun İmparatorluğu da şüphesiz ilk Türk devleti değildi. Fakat yakın zamana kadar yazılı belgeler bize Türk tarihini ancak Hun Türkleri'nden başlatacak kadar bilgi vermektedir.
Gerek İslâm öncesi, gerek zamanımıza kadar devam eden İslâmî devirde, değişik adlarla tarihte yer alan Türk devletlerinin sayısı 110'dan fazladır. Bunların 15'i büyük hakanlık (imparatorluk), 38'i imparatorluk olmayan devlet, 34'i beylik, 4'ü atabeylik, 17'si hanlıktır. Ayrıca 1918'den bu yana kurulan Türk cumhuriyetlerini de sayıyoruz ki, bunların sonuncusu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir.
Hakanlık, beylik, atabeylik, gibi devlet şekilleri başka milletlerde pek görülmez. Başka milletlerin de buna benzer siyasî kuruluşları elbette vardır ama birçok bakımdan farklılık gösterirler.
Türklerin birçok devleti ve çeşitli kavimleri hakimiyetleri altına alarak kurdukları büyük devletlere Hakanlık ya da kısaca İl veya El denirdi. İmparatorluk halini almamış devletler de bazen yine "İl" veya "El" genel adıyla anılırdı.
İmparatorluk haline gelmiş Türk devleti, meselâ Hun imparatorluğu, geniş coğrafî bölgeleri ve çeşitli toplulukları daha iyi yönetmek için "Doğu Hakanlığı" ve "Batı Hakanlığı" olarak ikiye ayrılırdı.Teorik olarak en büyük hükümdar Doğu Türk Eli'nin Hakanı idi ve Batı Türk Eli'nin hakanı ona tâbi olurdu. Her iki hakanlığın yönetiminde Türk olmayan milletler de vardı. Bu idarî bölünme Gök-Türk'lerde de görülür. M.Ö. 2. yüzyılda Asya Hun İmparatorluğu'nda Türk hâkimiyetine giren yabancı devletlerin sayısı 26, Attila zamanında (M.S. 5. yüzyıl) Batı Hunlarına bağlı çeşitli yabancı milletlerin sayısı ise 35 kadardı.
"BEYLİK" ler, hakana tâbi idiler ama, sınırları belli bir araziye sahiptiler ve aslî unsuru Türkler oluştururdu. Kendi sınırları içinde tam bağımsız idiler. Yalnız savaşlarda hakana yardım ederler, diğer zamanlarda da vergi verirlerdi: Karluk Beyliği, Tolunlular Beyliği, Saltuklu Beyliği, Karamanoğulları Beyliği, Aydınoğulları Beyliği... vb. Bazen beylikler çok büyüyüp gelişir ve hakanlık zayıflayıp çöktüğü zaman onun yerini alırdı. Meselâ bir Selçuk Bey, bir Osman Bey çıkar, kendi adları ile anılan beylikleri yine kendi adları ile anılan imparatorluklar haline getirirlerdi.
"ATABEYLİK" de başka milletlerin tarihinde pek görülmez. Atabey, hükümdarların çocuklarını, küçük tiginleri, yani küçük prensleri eğiten, uzak bölgelere tecrübe kazanmaları için gönderilen bu hükümdar çocuklarına öğretmenlik, naiplik yapan bilge kişilere verilen bir ünvandı. Bunlardan bazıları, özellikle merkeze uzak yerde olanlar, devlet zayıfladığı zaman bulundukları yerin idaresini kendi ellerine alır, bağımsızlıklarını ilan ederlerdi. Meselâ Tuğteğinliler ve Böriler Suriye Atabeyliği'ni, İl-Denizliler Azerbaycan Atabeyliği'ni kurmuşlardı.
"HANLIK"lar daha çok Altın-Ordu devletinin dağılmasından sonra meydana çıkmış siyasî yapılardı. Timur, Ozbekistan'ı aldıktan sonra Altın Ordu devleti dağılmış ve Kıpçak bozkırlarında yaşayan, hanedana mensup yöneticiler arasında taht mücadelesi, hükümdarlık mücadelesi başlamış, mücadeleyi yapanlar ya da kazananlar, kendilerine, eski Türk devletinin hakanlarını temsil etmek için "Han" veya "Kağan" ; kurdukları devlete de "Hanlık" demişlerdir: Kazan Hanlığı, Özbek Hanlığı, Kırım Hanlığı, Buhara Hanlığı, Kaşgar-Turfan Hanlığı... gibi.
Hun İmparatorluğu'ndan önce de Türk devletleri kurulmuş olduğu muhakkaktır, fakat belge ve kaynak yetersizliğinden bunların varlığını ancak Asya Hun imparatorluğu'ndan itibaren takip edilebilmekteyiz.
TÜRKLERİN YAYILMALARI
Türk Adı, Türk Soyu, Türkler’in Anayurdu ve Yayılmaları
En eski ve köklü kavimlerden biri olan Türkler aşağı yukarı 4 bin yıllık mazileri boyunca, Asya, Avrupa ve Afrika kıt‘alarına yayılmış bir millettir. Orta Asya’daki Anayurttan etrafa yaptıkları sürekli göç hareketleri Türkler’in aynı zamanda nüfusça kalabalık olduğunu da gösterir. Türkler bu nüfus çokluğu ve faal durumları dolayısıyla dünya tarihinde mühim rol oynamışlardır.
“Türk” Adı:
Türkler’in eski bir millet oluşu araştırıcıları Türk adını en eski tarih kaynaklarında aramağa sevketmiştir. Geçen asırdan beri birçok bilgin tarafından ileri sürülen görüşlere göre, Heredotos’un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targitalar, veya “İskit” topraklarında oturdukları söylenen “Tyrakae” (Yurkae) veya Tevrat’ta adları geçen Togharmanlar, veya eski Hind kaynaklarında tesadüf edilen Turukhalar (veya Turuşka), veya Thraklar, veya eski ön Asya çivi yazılı metinlerde görülen Turukkular, veya Çin kaynaklarında M.Ö., 1. bin içinde rol oynadıkları belirtilen Tikler ( veya Di) ve hatta Troialılar vb. bizzat “Türk” adını taşıyan Türk kavimleri oldukları kuvvetle muhtemeldir.
İslâm kaynaklarında teferruatlı şekilde nakledilen İran menşeli Zend-Avesta rivayetleri ile, İsrail menşeli Tevrat rivayetlerinde de “Türk” adı aranmış Nuh’un torunu (Yafes’in oğlu) Türk’de, veya İran rivayetindeki Feridun (Thraetaona)’un oğlu Tûrac veya Tûr (Tûran, buradan geliyor) da Türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.
Tevrat rivayetlerinde Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiştir. Yafes’e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş, Yafes ölürken tahtını sekiz oğlundan biri olan “Türk”e bırakmıştır.
Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihine “Tu-Kiu” şeklinde görülmektedir.
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS. VI. yy’da kurulan Gök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan “Türk” adı daha çok “Türük” şeklinde gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti’nin ilk defa resmî olarak kullanan siyasî teşekkülün GÖK-TÜRK İmparatorluğu olduğu bilinmektedir. Gök-Türkler’in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonradan Türk milleti’ni ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
MS.585 yılında Çin İmparatoru’nun GÖK-TÜRK Kağanı İşbara’ya yazdığı mektupta “Büyük Türk Kağanı” diye hitap etmesi, İşbara Kağan’ın ise Çin imparatoruna verdiği cevabî mektupta “Türk Devleti’nin Tanrı Tarafından Kuruluşundan Bu yana 50 Yıl Geçti” hitapları Türk adını resmîleştirmiştir.
Gök- Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok “Türk Budun” şeklinde geçmektedir. Türk Budun’un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade, siyasî bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzeri millî bir isim haline gelmiştir.
Türk Kelimesinin Anlamı
Türk adına gerek kaynaklarda, gerek araştırmalarda türlü mânalar verilmiştir: T’u-küe (Türk) = miğfer (Çin kaynakları); (Türk) = terk (İslam kaynakları); Türk = olgunluk çağı; Takye = deniz kıyısında oturan adam, cezb etmek vb. gibi mânalar ve tefsirler. Geçen asırda A. Vambery’nin ilmî izaha doğru ilk adım kabul edilen fikrine göre, “Türk” kelimesi “türemek”den çıkmıştır. Z. Gökalp adı “türeli” (kanun ve nizâm sahibi) diye açıklamıştır. W. Barthold’un düşuncesi de buna yakındır. Fakat “Türk” sözünün cins ismi olarak “güç-kuvvet” (sıfat hâli ile: güçlü-kuvvetli) manasında olduğu bir Türkçe vesikadan anlaşılmıştır. Buradaki “Türk” kelimesinin millet adı olan “Türk” sözü ile aynı olduğu A. V. Le Coq tarafından ileri sürülmüş ve bu, Gök-Türk kitabelerinin çözücüsü V. Thomsen tarafından da kabul edilmiş (1922), daha sonra aynı husus Nemeth’in tetkikleri ile tamamen ispat edilmiştir.
İran kaynaklarında Türk sözü “Güzel İnsan” karışlığında kullanılırken, XI. Yy’da Kaşgarlı Mahmut “Türk adının Türkler’e Tanrı tarafından verildiğini” belirterek, “Gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı”demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin “Güçlü- kuvvetli” anlamına geldiğini kabul etmektedirler.
Millet İsmi Olarak Türk Kelimesi
“Türk” kelimesini Türk Devleti’nin resmî adı olarak ilk kullanan siyâsî teşekkül “Gök-Türk imparatorluğudur (552-774). Bütün bunlar, “Türk” adının aslında belirli bir topluluğa mahsus “etnik” bir isim olmayıp, siyasî bir ad (bütün Türk soylu halkları kucaklayan üst kimlik olarak) olduğunu ortaya koymaktadır. Gök-Türk Hakanlığı’nın kuruluşundan itibaren önce bu devletin, daha sonra bu imparatorluğa bağlı, kendi hususî adları ile de anılan, diğer Türk’lerin ortak adı olmuş ve zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek üzere millî bir ad payesine yükselmiştir.
Türk Kelimesinin Coğrafi Ad Olarak Kullanılması
Coğrafî ad olarak Turkhia (= Türkiye) tabirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir. VI. asırda bu tabir Orta Asya için kullanılıyordu. 9-10. asırlarda Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar olan sahaya bu ad verilmekte idi (Doğu Türkiye = Hazarlar’ın ülkesi, Batı Türkiye = Macar ülkesi). 13. asırda Kölemen Devleti zamanında Mısır ve Suriye’ye “Türkiye” deniliyordu. Anadolu ise 12. asırdan itibaren “Türkiye” olarak tanınmıştır.
Türk Soyu, Türk Irkının Özellikleri:
Tarihte Türk ırkı hakkında yapılan tanımlamalar oldukça karışıktır. Gerek Çin yıllıklarında, gerek Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Eski çağlarda Türklerin “mongoloid” gösterilmeleri, o zamanın Türk devletlerinde Moğol unsurunun çokluğu ile açıklanabilir. Türkler’in tarih boyunca en sıkı temasları, yakın komşuları olan Moğollar’la olmuş, kalabalık Moğol kütleleri Türk idaresine alınmış (Asya Hunları’nda, Tabgaçlar’da olduğu gibi) ve on binlerce Moğol, Türkler’le birlikte uzun göçlere katılmıştır (Batı Hunları’nda olduğu gibi).
Ayrıca sıkı temasların mümkün kıldığı bazı ırkî karışmalar da düşünülürse, yabancıların dıştan yaptıkları gözlemlerine hayret etmemek gerekecektir. Aslında son yarım asır içinde yapılan ilmî araştırmalar Türkler’in beyaz ırka mensup bulunduklarını ortaya koymuş ve yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan “Europid” adı verilen grubun “Turanid” tipine bağlı olan Türkler’in kendilerini başta “Mongoloid” Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolojik cizgilere sahip oldukları anlaşılmıştır (hakim vasfı beyaz renk, düz burun, değirmi çehre, hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyık).
Ayrıca, bilindiği üzere Tevrat’ta nakledilen eski ananelerde ve Türk soyu (Hâm ve Sâm’dan değil, Yafes’den türemiş olarak) beyaz ırktan gösterilmiştir. Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünnehir ve diğer Yakın-Doğu Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü (“ay yüzlü, badem gözlü”), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile (Gök-Türk Prensi Kül Tegin’in büstü) Ortaçağ kaynaklarında güzelliğe misal olarak gösterilmiş, hatta İran edebiyatında “Türk” sözü “güzel insan” manasında alınmıştır.
Türkler’in Anayurdu:
Türkler’in göçlerden önce oturduğu topraklar (coğrafya) meselesi geçen asırdan beri tartışılan bir konudur. Tarihçiler, Çin kayıtlarına dayanarak, Altay dağlarını Türkler’in anayurdu kabul ederken Etnologlar iç Asya’nın kuzey bölgelerini, Antropologlar Kırgız Bozkırı – Tanrı Dağları arasını, San‘at Tarihçileri kuzey-batı Asya sahasını veya Baykal Gölü’nün güney-batısını göstermişler; bazı dil araştırıcıları da Altaylar’ın veya Kingan silsilesinin doğu ve batısını Türk anayurdu olması gerektiğini düşünmüşlerdir.
Bütün bunlara bakarak eski Türk yurdunun coğrafî sınırını çizebilmek az-çok mümkün olmakla beraber, belirli ve daha ilk zamanlardan itibaren geniş bir sahaya yayılmış bulunmaları ve kültürlerini uzaklara kadar götürmeleri olsa gerektir. Bununla beraber ciddi “dil” araştırmaları bu sahanın Altay-Ural dağları arasına alınmasına, hatta Hazar Denizi’nin kuzey ve kuzey-doğu bozkırlarının Türk anayurdu olarak tespitine imkan vermektedir. Kuzey Altaylar’ın hemen batısında (Minusinsk bölgesi) ortaya çıkarılan Afanasyevo (M.Ö. 2500-1700) ve Andronovo (M:Ö. 1700-1200) kültürlerinden bilhassa ikincisinin temsilcileri olan ırk, savaşçı Türk ırkının prototipi idi.
Milattan Önceki Dönemdeki Türk Göçleri
Güneşin Battığı Yere kadar Gideceğiz,
Gittiğimiz Her Yer Artık Yurdumuz dur
Batı Hun Kağanı
Uldız(Yıldız) Han
Çok eski zamanlardan başlayan anayurttan ayrılma hareketleri aralıklarla binlerce yıl devam etmiştir. M.Ö. meydana gelen büyük Türk göçlerinin tarihleri kesinlikle bilinmemekle beraber bazı tespitler yapılabilmektedir. M.Ö. 1500-1000 arasında bir kısım Türkler uzak-Doğuda yaşıyorlardı. Kuzey Çin’de ve bu günkü Moğolistan’da Türkler’in varlığı daha eski çağlara kadar takip edilebilmektedir.
Türkler’in kolları olan Yâkutlar ile Çuvaşlar’ın ana kütleden ayrılması ve Yâkutlar’ın doğu Sibirya’ya doğru yönelmeleri çok eski bir tarihte meydana gelmiş olmalıdır; çünkü dilleri “ana Türkçe”den en ayrı düşen Türk kavimleri bunlardır ve bilhassa Yâkutça bugün en çok değişime uğrayan Türk bir lehçedir.
Diğer taraftan Türkler’den bir kısmının da M.Ö. 1300-1000 sıralarında Türkistan’da bulunduklarına dair işaretler vardır. Türkler’den bir kütlenin de batıya yönelerek Volga nehri etrafındaki düzlüklerde (M.Ö. VI-III. Asırlar) “İskitler” ile birlikte yaşadıkları tahmin edilmektedir. Hindistan’ın Indus-Pencab havalisine doğru ilk Türk hareketi, bir tahmine göre M.Ö. I. bin başlarına tesadüf eder. Daha eski tarihlerde Türkler’in İran yaylası üzerinden Mezopotamya’ya inmiş olmaları da mümkündür.
Milattan Sonraki Türk Göçleri, “Fetih” ve “Sızma” Yöntemleri
Milattan sonraki Türk göçlerine katılan boylar ve zamanları hakkında ise açık bilgilere sahip bulunuluyor: Hunlar Avrupa’ya (375 ve sonraki yıllarda) ve kuzey Hindistan’a (Ak-Hunlar); Oğuzlar, Orhun bölgesinden Seyhun nehri kenarlarına (X. Asır) ve sonra, Maveraünnehir üzerinden İran’a ve Anadolu’ya (XI. Asır); Avrupa Hunları Orta Asya’dan Orta Avrupa’ya (IV. Asır ortası); Bulgarlar İtil (Volga) nehri kıyılarına ve Karadeniz kuzeyinde Balkanlar’a (641’i takip eden yıllarda); Macarlar’la birlikte bazı Türk boyları, Kafkaslar’ın kuzeyinden Orta Avrupa’ya (830’dan sonra); Sabarlar Aral’ın kuzeyinden Kafkaslar’a (5. asrın ikinci yazırı); Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uzlar (Oğuzlar’dan bir kol) Hazar Denizi kuzeyinden doğu Avrupa ve Balkanlar’a (9-11. asır); Uygurlar, Orhun, nehri bölgesinden İç Asya’ya (840’ı takip eden yıllarda) göç etmişlerdir.
Bunlardan bilhassa Hun ve Oğuz göçleri, hem uzun mesafeler katetmek suretiyle yapılmış, hem de çok mühim tarihî neticeler vermiştir. Bu göçler yeni vatan kurma maksadının güden büyük çapta fetihler olarak nitelendirilir.
Tarihte Türk yayılmalarının diğer bir şekli de “sızma” diyebileceğimiz yoldur ki, bazı kalabalık boylardan ayrılan grupların veya ailelerin veya sağlam yapılı gençlerin yabancı devletlerde hizmet almaları suretinde belirir. Bu şekilde dahi Türkler’in katıldıkları topluluklar içinde üstün bir kabiliyet göstererek askerî kuvvetlere veya siyasî hayata hakim oldukları hatta bazen devlet kurdukları bilinmektedir (meselâ Mısır’da, Hindistan’da).
Türkler’in gerek “fetih”, gerek “sızma” şeklinde olsun etrafa yayılmaları şüphesiz her zaman kolay olmamış, bazen pek şiddetli çatışmalara sebep olduğundan bu durum ağır darbelere maruz kalan yabancılar tarafından Türkler’in sevimsiz karşılanmalarına yol açmıştır. Aslında iyi kalpli, hayırsever ve adil insanlar olmalarına rağmen Türkler hakkında söylenen hayal mahsulü türlü ithamların sebebi de bu olmalıdır.
Türk Göçleri
Dünya üzerinde atı ilk kez ehlileştiren ve onu binek hayvanı olarak kullanan Türkler, atın sağladığı hız ile yüksek devlet ve toplum görüşlerini geniş coğrafyalar üzerinde hâkim ve şamil kılmışlardır. Konar göçer, atlı yaşantının temelinde büyük oranda hayvancılık ve kendine yeterli bir ziraat kültürü yer alır. Dolayısıyla, Türk göçleri dolayısıyla bu yaşantıya uygun olan sahalara doğru olmuştur. Hem Türk tarihi hem de Dünya tarihi üzerinde çok büyük tesirleri olan bu göçlerin birçok sebepleri vardır. Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
Türk Göçlerinin Maddi Sebepleri
Eski dünyanın üç büyük kıt‘asında görülen geniş Türk yayılmalarının pek ciddi sebeplere dayanması gerekir. Tarihte göçler konusunun araştırıcıları, en ilkeli dahil hiçbir kavmin kendiliğinden veya keyif için yer değiştirmediğini, oturulan topraktan ebediyen ayrılmanın bir insan için çok müşkül olduğunu ve göçlerin ancak bir takım mecburiyetler yüzünden meydana geldiğini göstermişlerdir.
Tarihî kayıtlarda Türk göçlerinin de iktisadî sıkıntı yani Türk anayurt topraklarının geçim bakımından yetersiz kalması sebebi ile olduğu belirtilmiştir. Büyük ölçüde kuraklık (mesela Hun göçü), nüfus kalabalıklığı ve mer‘a darlığı (Oğuz göçü), Türkler’i göçe mecbur etmiştir. Toprağın artan nüfusu besleyemez hale gelmesi yüzünden dar ziraat alanları dışında, ancak hayvan yetiştirebilen Türkler’in tabii bir hayat sürebilmek için çeşitli gıda maddeleri, giyim eşyası vb. gibi, başka iktisadî vasıtalara da ihtiyaçları var idi ki, bunlar, iklimi elverişli, tabiat servetleri zengin ve o çağlarda pek az nüfuslu komşu ülkelerde mevcut idi.
|